1 OCAK 2016 CUMA HUTBESİ
enab-ı Allah miladi takvim olarakta içerisinde yeni girmiş olduğumuz bu yeni yılın ilk Cuma-ı Şerifini hepimiz hakkında hayırlı, uğurlu ve bereketli kılsın. Allah katında üstün olan din İslam dinidir diyor. Adem aleyhisselamdan Muhammed Mustafa aleyhisselama kadar. Ve kıyamet gününün sabahına kadar baki olacağını söylüyor. Ve bu dini getiren Muhammed asm “Din ise nasihattır. Anlatılanı dinlemen, ondan ilahi idrak çıkarmandır” buyuruyor. “Bismillahirrahmanirrahim” bütün kapıların anahtarı. Nedir o? Allah… Allah’ın ismiyle… Hangi Allah’ın ismiyle? Rahman olan Allah’ın ismiyle… Rahman olan Allah, yeryüzünde dinsizi besliyor mu? İmansızı besliyor mu? Kafire bakıyor mu? Atheiste bakıyor mu? Kedisini, köpeğini…hiçbir mahlukunu darda bir yerde bir sıkıntıya koyuyor mu? Hayır. Hepsine aynı şekilde muamele ediyor. Rahman sıfatının gereğince hiç kimseyi kimseden ayırt etmiyor. Sadee Rahim sıfatı, inanmış olan, kendisine itaat etmiş olan, muttaki olan Mü’min’ler için geçerli. Peki öyleyse, nasıl bizim burada Cuma namazı için kılmak için toplandığımızda, hemde Hristiyan bir memlekette olmamıza rağmen hiçbiri kalkıpta bizi taşlamıyorsa, namaz kılmamızı engellemiyorsa, sen nasıl onun kendi itikat ve inancı olan Yılbaşını kötülersin ve ortadan kaldırmak için uğraşırsın. Hangi akla sığar, hangi mantığa sığar, hangi dine sığar? Velev ki bu yaşamış olduğun devletin içerisinde olsa, 80 milyon devletin içerisinde 25 milyon hristiyanı var, yahudisi var, - toplamı - , ateisti var, inanmayanı var. Onlar seni sen Cuma namazı kılarken toplanıpta Camiini basıp veya sen zikir çekerken, Kur’an okurken, ibadet ederken, Ramazan günü sokakların ortasında iftar çadırları kurupta yemek yerken taşlamıyorlarsa, sende onların günü geldiğinde onların oynamalarına katılmayabilirsin ama taşlayamazsın. Böyle bir hakkı Allah hiç kimseye vermemiş. Onun için o, ilk kelime ve bütün kapıların anahtarı olan, Allah’ın ismiyle başlayan “Rahman” sıfatıyla ayırt etmediği gibi, “Rahim” sıfatıyla müminlere ikram ettiği gibi, sende Cenab-ı Allah’tan başka Allahlık taslayıpta hiç kimsenin işine karışmamalısın. Anlatırsın, söylersin. Bizim itikat ve inancımız olmadığını söylersin ve katılmazsın, onlar nasıl bana katılmıyorlarsa. Necip Fazıl Kısakürek’in bu hususta söylemiş olduğu çok güzel bir söz var. “Ne zaman Avrupa Hristiyanlarının yedi kişinin bir danaya ortak olduğunu görürsem kurban kesmek için, bende o zaman onların yılbaşını kutlarım” diyordu. Madem Allah katında din İslam’dır, Adem aleyhisselamdan beri. Efendimiz asm buyuruyor ki “Allah razı olsun kardeşim Süleyman’dan, ona çok büyük hikmet verilmişti” diyor. Sahabe kulaklarını açtı dinliyor Efendimiz ne söyleyecek diye. “Bir gün” dedi “yaşlı bir kadın, üç tane yetimi var. Birkaç gün çalışmış, karşılığında bir torba un kazanmış. Evine getiriyor ki çoluğuna çocuğuna ekmek yapsın pişirsin. Yolda birden bir rüzgâr bir fırtına… Esen rüzgar sırtındaki un çuvalını fırlatıp attı gitti. Kadın iki üç gün çalışmasının sonunda eve yine boş gidecek, yetimlerine bir şey götüremeyecek diye ağlıyordu. Onun ağladığını gören Süleyman Nebi, daha on yaşında, yanına gitti “Ana, hayırdır ne derdin var?” dedi. “Oğlum git yanımdan sen ne anlarsın?” dedi kadın. “Ana, söyle. Ben Davud’un oğlu Süleyman’ım.” “Yahu olsan ne olacak, daha çocuksun.” “Öyle deme. Anlat bakayım bana derdini” dedi. “Yavrum, zaten açlıktan canım çıkmış. Çoluk çocuk perişan. Gittim, çalıştım kazandım. Helalinden onlara bir parça ekmek götüreyim diye uğraşırken, bir fırtına çıktı, aldı götürdü, un çuvalımı uçurdu. Yine aç kaldık, onun için ağlarım.” dedi. “E bunda ağlayacak bir şey yok” dedi Süleyman asm. “Hemen gir içeri, Davud asm’ın huzuruna çık, peygamberdir ve kraldır. Rüzgarı dava et.” dedi. Kadında şaşırdı, “Rüzgar dava edilir mi yahu?” dedi. “Sen gir içeri dava et” dedi. E kadında, biçare, çaldı kapıyı girdi içeri. Davud asm vezirleriyle oturmuş. “Buyur ey hanım, ne istiyorsun?” “Efendim” dedi “Rüzgarı dava etmek istiyorum. Rüzgar esti benim un çuvalımı aldı götürdü.” Davud peygamber güldü. “Yahu” dedi, “Rüzgar dava edilir mi? Verin şu kadını bir çuval un, çeksin gitsin.” dedi. Kadın sevindi bir çuval unu alınca, açlıktan kurtulacak, çocuklarına bir şeyler götürebilecek. Fırladı dışarı. Çıkar, çıkmaz Süleyman asm, kapının önünde onu tuttu. “Ana” dedi “Ne oldu?”. “Allah senden razı olsun oğlum. Baban bana bir çuval un verdi.” “Ana” dedi “Babam senin davana bakmamış, sana sadaka vermiş. Gir içeri, rüzgarı dava et” dedi. Kadında şaşırdı, bir daha girdi içeri. Davud Nebi sordu “Yahu ne yapma geldin? Rüzgar dava edilir mi? Verin buna bir çuval daha.” Etti iki çuval. İki çuvalı alınca kadın herşeyi unuttu, çıktı dışarı. Süleyman Nebi kapının önünde tuttu, “Ne oldu anne?” “Allah razı olsun oğlum, baban iki çuval un verdi.” “Ana” dedi. “Böyle olmaz, o sana sadaka veriyor, sen ise hakkını isteyeceksin. Gir içeri” deyince kadın içeri girer girmez Davud Nebi azarladı. “Nedir senin bu halin? Buraya geliyorsun ununu alıyorsun, dışarı çıkıyorsun, ne oluyorsa yine geliyorsun” deyince. Kadın utandı. “Bana kızma” dedi. “Oğlun Süleyman, yapıyor bu işi” dedi. “O söylüyor bana.” Davud asm çıktı kapının önüne “Oğlum. Sen utanmıyor musun? Rüzgar dava edilir mi? Bu kadını niye iki de bir buraya sokuyorsun” deyince Süleyman Nebi başını kaldırdı, daha on yaşında. “Baba” dedi “Madem rüzgarı dava edemeyecekti, ne için peygamber oldun ve ne için o tahta oturdun?” Davud nebinin bacakları titremeye başladı. Baktı ki bu ilahi bir hikmet. Hemen odasına çekildi hiç cevap vermeden secdeye kapandı. Ağlıyor “Ya Rabbim bu işin hikmeti nedir?” diye. Cebrail asm’ı gönderdi Cenab-ı Allah “Ya Davud, sabahleyin erkenden bir tabur asker gönder limanda beklesin. Oraya bir gemi yanaşacak, o gemideki insanları alsın senin huzuruna getirsin. Bu mesele çözülecek.” Davud Nebi daha gün ağarmadan, askerleri gönderdi “Gidin bekleyin limanda” dedi. Bir tabur asker bekliyor. Hakikaten gün ışıdığında, yalpalaya yalpalaya bir gemi geldi. Geminin içerisinde, hepsi güzel giyinmiş, sosyete dediğimiz tüccarlar, ellerinde de üç tabak altın. İner inmez askerlere dediler ki “Davud Nebi nerede?”. “Vallahi” dediler “O da sizi bekliyor.” Aldılar götürdüler Davud asm’ın huzuruna. “Ya Davud” dediler. “Buyrun” dedi Davud Nebi “Anlatın hikayenizi, derdiniz ne?” “Ya NebiAllah” dediler “Biz Antakya ahalisiyiz.” Inneddine indellahel İslam. İlk günden son güne kadar. Antakya Ahalisiyiz. Tüccarlarız. Malımızı yükledik, Mısır’a satış için çıktığımızda bir rüzgara kapıldık, rüzgar bizim gemimizi kayalıklara vurdu, delindi. Neredeyse batacaktık. Hepimiz secdeye kapandık, dedik ki “Ya Rabbi, eğer bizi bu sıkıntıdan, bu dertten, bu beladan kurtarırsan, malımızın onda birini sadaka vereceğiz” diye yalvarıyorduk. Biz böyle feryat ederken, birden bire görmediğimiz yerden, o rüzgarın dehşetiyle bir çuval un, geldi geminin delik yerine girince o hamur suyu geçirmedi bizde batmaktan kurtulduk. Sağ salim buraya kadar geldik. Gelirkende malımızın onda birini hesap ettik. İşte üç tabak altındır. Onu getirdik deyince, Davud Nebi dedi “çağırın o kadını”. “Hanım” dedi “Senin davan görüldü. Üç tabak altının al, çoluğuna çocuğuna götür.” Kadın şaşırdı, tabakları aldı sevinçten dışarı çıktı. Süleyman Nebi tuttu onu “Ana” dedi “Ne oldu?”. “Oğul, Allah senden razı olsun.” dedi. “Gördün mü, eğer dava etmeseydin iki çuval unu sadaka alıp gidecektin. Ama dava edersen, hakkına ulaşırsın” dedi. Ey Müslümanlar, Davud asm zamanında Zebur’un hükmü geçerliydi. Elbette bugün Zebur, Kur’an’ın içerisindedir ama Kur’an’ın onda biridir. Kur’an’ın tamamına göre öyle hesaba çekileceğiz ki akıllara durgunluk verir. Eğer Davud Nebi zamanında rüzgâr dava ediliyorsa, onun için Yunus’un dediği gibi “Başımıza ne türlü bela geliyorsa, elimizden, belimizden ve dilimizden.” Rüzgâr’ın hesaba çekileceği gibi bizim de hesaba çekileceğimizden hiç kimsenin şüphesi olmasın. Adımlarını ona göre sağlam olarak atsın. Yahudinin Hristiyan’ın işine karışacağına kendini düzeltmeyle meşgul olsun
Comments